Felsefi Sorular

1. FELSEFİ SORULAR

A Kadın neden öldü?

B Başka bir araç ona çarptığında otoyolda araba kullanıyordu. Öteki aracın sahibi çok hızlı gidiyordu ve böyle bir hızda bir çarpışma genellikle ölümle sonuçlanır veya araçlardaki insanları sakat bırakır. İşte bu kez böyle bir şey oldu. İşte o, bu yüzden öldü.

A Bunların hepsini biliyorum. Ama demek istediğim, “neden öldü?”.

B O soruyu şimdi cevapladım. Başka bir araç ona çarptığında tam da o kavşakta bulunmakta idi.

A İyi de, neden o yerde idi?

B Alışveriş yapmak üzere markete gitmek için yoldaydı. O köşeden birkaç dakika daha erken geçebilirdi ama gecikti, çünkü unuttuğu bir şeyi almak için geri dönmek zorunda kalmıştı.

A Onun neden geciktiğini anlıyorum. Ancak bilmeyi (nasıl bileceğimi) bilirim ki o niye öldü?

B Ölüm nedenini sana belirttim. Ama sen nedeni değil, onun ölüm amacını bilmek istiyor görünüyorsun.

A Evet, amacı bilmek istiyorum.

B Ancak orada bir amaç olmayabilir. “Sebepsiz”, amaçsız bir ölümden söz etmemizin sebebi budur. Tanrı her şeyi yönetir ise şayet, o halde Tanrı onu ölüme sürüklerken bir amaca sahip olmuş olabilirdi. Ne olabilirdi bilmiyorum, ama en azından “amaç” sözcüğünün bu bağlamda ne anlama geldiğini biliyorum. Kadının arabayı şehir merkezine sürmesinde bir amacı vardı. Alışverişe gitmek istemişti ve aynı şekilde, Tanrı onu ölüme sürükledi ve muhtemelen böyle yapmakta bir amacı vardı.

A Ama Tanrı’nın onun ölmesini istediğine veya onu ölüme sürüklemek için herhangi bir şey yaptığına inanamam. Belki de Tanrı’nın amaçları bilinemez ve biz onların ne olduklarını anlayamayız.

B Ya da belki onu öldürmede hiçbir amacı yoktur. Sadece oldu, o kadar.

A Şans eseri mi demek istiyorsun?
B Hayır, şans eseri değil, madeni bir paranın %50-50 gibi bir ihtimalle tura gelme şansı vardır, dediğimiz şekliyle bir şans değil. Belki bu anlamda şans, sürücülerden hiçbirinin arabalarını çarpıştırmaya niyet etmiş olmamalarıdır. Ama pek çok şey, bir niyetin sonucu değildir. Gezegenler güneşin çevresinde döner, ama şans eseri değil. Onlar Newton’un hareket yasalarını izler; ancak bu, onların böyle yapmada veya “orada bir yerdeki” birinin, gezegenleri güneşin çevresinde döndürmede bir amacı olduğu anlamına gelmez.

A Onda bir amaç olmadığı halde bunun nasıl meydana gelebilmiş olduğunu anlamıyorum.

B Neden bunu ileri sürüyorsun? Ağaç bir fırtınada devrilir. Bu olayın bir nedeni vardır, ama bizim söyleyebileceğimiz bir amacı yoktur. Eğer herhangi bir şeyin bir amacı varsa, onun kimin amacı olduğunu bana söyle, yani o amaca sahip olanın kim/ne olduğunu söyle.

A Bu amaca sahip olan kişi olarak geriye Tanrı kalıyor, galiba.

B Bu durumda, sorman gereken kişi odur. Bana kalırsa, herhangi birinin masum bir kişiyi ölüme sürüklemekte neden bilinçli bir amaç ortaya koymuş olacağını hayal edemem. Buna göre eğer onda bir amaç varsa, ilahi bir amaç, onun ne olmuş olabileceğini tasavvur edemem.

A O, bizim bilmek istediğimiz bir amaç olmayabilir. Olan bitende ne anlam bulunduğunu bilmek istiyorum.

B Anlam. Anlam sözcüğü için ne kadar farklı sayıda şey kullandığımızı biliyor musun?

A Anlam anlamdır; onun ölmesinin ne anlama geldiğini bilmek istiyorum.

B Bu trajik olayın önemini sana önemsiz göstermeye çalışmıyorum. Ama sen onun anlamını istedin ve ben, senin bizzat sorunun, nasıl bu kadar çok şey anlamına gelebileceğini sana göstermeksizin o soruyu cevaplamaya bile uğraşamam.

A Ne gibi…?

B Pekâlâ, bir şey için, bir sözcüğün bir anlamı vardır: “Kedi” sözcüğü, kediler anlamına gelir, kedileri gösterir. Sözcüğü kullandığımız zaman bu sözcük, hakkında konuştuğumuz kedilerdir. Ve diğer sayısız sözcükler için bu böyle devam eder gider.

A Tamam, ama bu sorduğum şey değil.

B Diğerleri de var. Bir olayın delalet ettiği şeyi bilmek istediğimizde, bazen “anlam” sözcüğünü kullanırız. Gökyüzünde bir kasırga var; bu ne anlama geliyor? Fırtına geliyor. Veya noktalar ve tireler serisi ne anlama gelir? Bu, “tekrarlama” sözcüğü için Mors kodudur.

A Ama ben doğal işaretler ya da insan yapımı işaretler hakkında sormuyorum.

B Bir ulus bir başka ulusla bir anlaşma imzaladığında üçüncü ulusun lideri, “Bu ne anlama geliyor?” diye sorar. Yani bu eylemin etkileri ne olacaktır? Nasıl bir sonuç doğurabilir? “Onun ölümünün anlamı nedir?” diye sorduğunda, demek istediğin şey bu mudur?

A Böyle olduğunu sanmıyorum. Kadının ölümünün hangi etkileri olacağını sormuyorum. Örneğin, ölümünün, onu sevenleri mutsuz edeceğini ve bütün çocuklarının bir annesiz büyüyeceklerini zaten biliyorum. Bu şeyleri zaten biliyorum.

B Pekâlâ, o zaman nasıl bir şey senin soruna cevap olacaktır? Bir cevaptan sonra bir başka cevap da seni inandırmazsa bu, neyin, soruna kabul edilebilir bir cevap olacağını değerlendirmek için iyi bir fikir olabilir.

A Bunu bilsem, soruyu soruyor olmayacaktım.

B Soruyu sormadan önce bilmen gerektiğini kastetmiyorum. Sen soruyu sormadan önce, ne tür bir cevabın yeterli olacağını bilmen gerektiğini kastediyorum. Örneğin, eğer, “o nerede?” diye sorarsam ve birisi, “o, Montana’daki akrabalarını ziyaret ediyor” diye cevaplarsa, şayet doğruysa, bu, sorumun cevabı olacak bir önerme türüdür. Bilmek istediğim şey ne tür bir cevap sorunu cevaplamada yeterli olacaktır?

A Emin değilim. Galiba şeylerin düzeninde kadının ölümünün ne anlama geldiğini bilmek istiyorum.

B Bunun başkalarının yaşamında geniş bir etkisi olacak mı? Bunu mu kastediyorsun? Muhtemelen olacaktır ve belki de olmaz; bu, ne kadar çok insanın o kadına yakın olduğuna ve toplumda ne kadar iyi bilindiğine bağlıdır.

A Hayır, sadece bunun diğer insanları nasıl etkileyeceğini kastetmiyorum.

B Fakat eğer kadının ölümü, etrafındakilerin yaşamlarını ve bazı başka şeyleri gözden geçirmelerine yol açtıysa bunun bir anlamı olacaktır değil mi? Eğer bu şekilde onları etkileyecekse kadının ölümünün başkaları için anlamı olduğunu söyleyebilirdin.

A Evet, ama ben bundan daha fazla bir şey kastediyorum. Şeylerin düzeninde, evrenin planı veya amacında onun ölümünün ne öneme sahip olduğunu bilmek istiyorum.

B Peki, eğer sorduğun şey buysa, o zaman sen yine Tanrı’nın amaçları hakkında soruyorsun. Soruna cevap vermeye çalışmıyorum, gördüğün üzere ben sadece soruyu açıklığa kavuşturmak için uğraşıyorum. Cevabın hangi alanda yattığını bilmek istiyorum ki görünen o ki bunu bana söylemiş oldun: Sen ilahi amaç doğrultusunda bir cevap istiyorsun. Böyle bir cevabın verilip verilemeyeceği başka bir sorudur. Buraya gelene kadar ise öncesinde bizim bayağı bir mesafe kat etmemiz gerekecek.

Bu hayali sohbette biz zaten kendimizi felsefî sorular sormaya dalmış bulmaktayız. Burada bir araba kazası ile ilgili bazı olguların tasviri yapıldı. Bu tasvirde, “neden”, “amaç”, “akıl” ve “anlam” gibi tipik felsefi sözcükler kullanıldı. Bunların hepsinin açıklığa kavuşturulması gerekir. Biz bu sözcükleri günlük hayatımızda kullanıyoruz, ama çoğu insan onları çok dikkatli ve çok açık şekilde kullanmıyor. Felsefede bunları daha dikkatlice kullanmak zorundayız; böyle yapmazsak sıklıkla birbirimizi aynı şeylerden bahsediyor sanır iken sadece başka şeylerden konuşuyor halde buluruz ve söylediklerimize itina göstermeksizin ileri geliri manasız tartışmalar içerisine gireriz. Şu iki örneği ele alalım:

1. Felsefe gerçekliği (reality) inceler, ama bilimler de böyle yapar; o halde öyle ya da böyle çalıştığımız her konu aynı şeyi yapar. Ve “gerçeklik” sözcüğü ile ne kastedilir? Filozofların, bu tür soruların “üç kolay derste kapsül kültürü” isteyenlerin anlayacağı kadar basit olmadığını göstermek gibi angarya işleri de vardır.

“Gerçek” sözcüğünü ele alalım: “O gerçek bir ördek değil, bir ördek tuzağıdır (yapay bir ördek cismi).” “Oradaki bir zürafa değildir, gün batımından yansıyan ve bir zürafa gibi görünen biçimlerin bir görüntüsüdür.” “O gerçek bir pembe fare değildir, sende alkol bağımlılığına bağlı bilinç bulanıklığı var ve halüsinasyon görüyorsun.” “O gerçekten meydana gelmedi, bir rüya idi; ya yanlış bilgilendirildin ya onu yanlış okudun ya da birileri yalan söyledi.” “O gerçek bir problem değil, sahte bir şey; sen bir problem olduğunu sanıyorsun ama yok.” ve benzerleri. “Gerçek” sözcüğünün bu kullanımlarından her biri farklıdır; bu kelimenin nelerle çeliştiğini ve birçok farklı şeyle nasıl çeliştiğini bilirsek onunla kastedilenlerin ne olduğunu da belirleyebiliriz. Örneğin, yapay bir ördek, gerçek bir ördek değildir. Tüm bunların yanında “gerçek” sözcüğü, çoğu zaman sırf “pekiştirme” olarak kullanılır: “Bu gerçekten oldu.” demek, “Bu oldu.” demenin vurgulu bir şeklidir.

Öyleyse “Gerçek nedir?” sorusuna basit bir cevap veremeyiz. “Gerçek” sözcüğünün, ne anlama geldiğini o belirli bağlamda neyin gerçek sayılmadığı ile ayrıştırarak ona zıt düşecek şekilde anlamlandırabildiğimiz çeşitli şeylere işaret ederken bitmek tükenmek bilmeyen hantal ve yorucu uğraşılar içinde boğulmak zorundayız (ki bu anlam farklı bir bağlamda yine değişebilir). Bir rüya gerçek midir? Pekâlâ, bu, şurada duran ağaca benzemiyor, ama bu gerçek bir deneyimdir, öyle değil mi? Yeni başlayan birine göre bu şaşırtıcı, sinir bozucu hatta öfke tetikleyici olabilir. İnsanlar basit sorulara basit cevaplar isterler. Ama onların görmedikleri şey, sorunun basit olmadığıdır. Bunu onlara göstermek, felsefenin içinde kısa bir gezinti yapmış olmakla mümkündür.

2. Hayatın anlamı nedir? Bu, sıklıkla felsefenin cevaplaması gerektiğine inanılan bir sorudur. Ancak ilkin, bunu sorduğumuzda sorudaki tuzakları görmeyiz. Düşmanca birkaç kelime söylendiğinde ve hatlar kesildiğinde “Bu telefon çağrısının anlamı nedir?” diye sorarız. Başka çeşitli sorular da sorabiliriz: “Kim aradı?” “Arayan ne istiyor?” “Bu geleceğe dair hangi işareti veriyor?” ve pek çok diğer şeyler. “Günberi (perihelion) ne anlama gelir?” Güneşe en yakın olduğunda (veya bir uydu kendi etrafında dönen gezegene en yakın olduğunda) bir gezegenin yörüngesi üzerindeki nokta demektir. Bu, “anlam” sözcüğünün, sözlük anlamına bir örnektir; o bize, bir sözcüğün bir dilde nasıl kullanıldığını söyler.” O düşüncenin anlamı nedir?”, yani onunla neyi amaçladın? Senin ne olduğunu düşündüğüm şeyle mi iletişime geçmeye çalışıyorsun? “Düşen bir barometre ne anlama geliyor?” Bu, fırtınanın patlamak üzere olduğu anlamına gelir. O, gelecekteki olayların göstergesidir. “Eğer uçaktaki herkes öldürülmüşse, bu ne anlama gelir?” “Bu eğer arkadaşınız uçakta ise o da öldürülmüştür” anlamına gelir yani, mantıksal olarak buna işaret eder. Öncülü onaylarsanız, sonuç kaçınılmazdır.

Bu durumlarda (bizzat “anlam” sözcüğünün bu halinde) çok fazla anlamlarla karşılaşırız: tanım olarak anlam, niyet olarak anlam, içerme/îmâ olarak anlam, amaç olarak anlam, geleceğin ifadesi olarak anlam vesaire. O halde, birisi, “Hayatın anlamı nedir?” diye sorduğunda ilk görevimiz, soru soranın hangi bilgiyi tedarik etmek istediğini belirlemeye çalışmaktır. Niçin yaşamaya devam etmesi gerekir? Hayatının çok yönlü bir amaca hizmet edip etmediğini bilmek ister mi? Keşfetmediği ama geleceği için önemli olan hayatındaki olayların bir çizgisi olup olmaması söz konusu mu? Veya hayatına ilişkin ne yapması gerekir? Belki de Tanrı onu, onun keşfetmesini beklediği bir şeyden dolayı yaratmıştır. “Bana ne bilmek istediğini başka şekilde anlat” diyebiliriz. Ancak böyle yapmak, özellikle bunlar gibi ayırımları yapamayan, ipe sapa gelmez düşünceleri ve izlenimleri değerlendirmede çok iyi olmayan kimseler için başlangıçta son derece zor, hatta imkânsız, olabilir. O, gerekli olmayan tatsız bir çaba ve yoğunlaşma içine çekildiğini düşünebilir: Onun bilmek istediği bütün şey, “Hayatın anlamı nedir?” ve burada, sorusunu bu kadar çok hafife almadan önce alternatif çözümlemeler arasında onu seçime zorlayarak onu zora sokuyoruz. Anlaşılırdır ki bu son derece sinir bozucudur.

Bununla birlikte önümüzü kesen sis perdesini aralamadıkça felsefede daha ileriye gidemeyiz. Soru soran kişi bile sisli bir soru sorduğunun farkında değildir ama sorusunu neden basit şekilde ve doğrudan cevaplamadığımızı merak eder. Bu noktada pek çok insan kendi sisli sorularına takılır kalır, eşit şekilde birinin sisli karanlık ama bir parça tumturaklı olan ve çekici görünen cevabını alır. Hayatın anlamı, alın yazınızı gerçekleştirmektir (içindir) ve sonra tatminkâr bir şekilde döner, gider. Ama bu insanlar, felsefenin konularına teğet geçerler.

Felsefe Nedir?

Bir konuyu çalışmaya başladığımızda genellikle bize konunun ne olduğu, konuyu adlandıran sözcüğün ne anlama geldiği sorulur. Biyoloji, yaşayan organizmaların çalışılması ile ilgilidir. Astronomi, yıldızlar ve gezegenler gibi göksel nesnelerin incelenmesidir. İnsanlık tarihi, insanların yüzyıllar boyunca yaptıklarını ve çektikleri sıkıntıları ele almak durumundadır.

O halde, felsefe nedir? “Felsefe” başlığını taşıyan bir kitabı açtığımızda bize bilgi vermesini umduğumuz konu nedir?

“Felsefe” sözcüğü, ne umduğumuza ilişkin çok açık bir fikir vermeyecektir. Sözcük çok gevşekçe kullanılır. Birisi kalkıp, “Senin felsefen nedir?” diye sorar. Böyle bir soruya hangi tür bir cevap uygundur? Eğer birisi, “benim hayatımın dışındakini al, işte o benim felsefemdir” dese bu, kabul edilebilir bir cevap mıdır? Bir kimse, “Güneş sisteminde kaç tane gezegen vardır?” diye sorarsa ve sen de “sekiz” diye karşılık verirsen, cevabın doğru olmayacaktır ama bu, soruya bir cevap olacaktır. “Hayatın dışındaki her bir şeyi al” demek, sorulan soruya bile bir cevap mıdır? (Bu ifadenin geldiği düşünülen anlamın ne olduğu bile açık değildir. O acaba, başkalarına zarar vermek pahasına bile olsa birinin hoşlandığı her bir şeyi yapması gerektiği anlamına mı gelir?)

Eğer bir soru, duyuları kullanmak suretiyle görerek, işiterek, dokunarak veya başka duyuları kullanarak ya da deneyler yaparak deneysel olarak cevaplanabilirse onun felsefî bir soru olmadığında herkes uzlaşma içerisindedir. Öyleyse,

1. Sıradan algılara dair ifadeler, örneğin, “Bu odada üç sandalye vardır” ve “Yeryüzünün çoğu su ile kaplıdır”, önermeleri felsefi sorularla ilgili değildir.

2. Bilimlerin cevaplayabildiği sorular felsefi sorular değildir. Fizik, astronomi, jeoloji, kimya, biyoloji ve psikoloji tümüyle deneysel bilimlerdir ve bulguları, mikroskoplar, teleskoplar ve spektrometre gibi duyulara yardımcı olan pek çok şeyleri içeren gözlemler ve deneyler vasıtasıyla gerçekleştirilir. Eğer bir deney, bir soru ortaya koyarsa o felsefi değil bilimsel bir sorudur.

3. Geçmişte meydana gelen şey hakkındaki sorular, felsefî sorular değildir. “Abraham Lincoln ne zaman öldü?” ve “Bir milyon yıl önce yeryüzünde kimler yaşadı?” Bunlar tarihsel sorulardır. Genellikle biz onları belgelere veya taşlarda bulunan başka bulgulara danışmadan cevaplayamayız, fakat tüm bu sorular o dönemde orada bulunmuş kişilerin ne gözlemlediğiyle alakalıdır; bazen o dönemde yaşamış gözlemcilerin olduğu durumlar vardı (Lincoln örneğinde olduğu gibi) ve bazen de kimse yoktu (milyonlarca yıl önce meydana gelmiş şey hakkındaki soruda olduğu gibi). Aynı değerlendirmeler gelecek hakkındaki sorulara da uygulanabilir: Onların çoğuna cevabımızın ne olacağını bilmiyoruz, hatta bu şehirde yarın yağmurun yağıp yağmayacağını bile. Fakat bunlar duyularımızın, zamanı geldiğinde cevaplarını bulabileceği türden sorulardır.

4. Aritmetik, cebir ve matematiğin diğer kolları hakkındaki sorular felsefî sorular değildir. “600+500 kaç eder?” aritmetiğin bir sorusudur. “Arılar bu kovanda mı?”, toplama veya çıkarma yaparak değil gözlem yapılarak gösterilebilen deneysel bir sorudur. Matematiksel sorular, gözlemi değil saymayı gerektirir.

Öyleyse geriye felsefenin ele alacağı ne kalıyor? Bu soruya farklı cevaplar önerilmektedir. Hepsi bizi, bizzat cevaplar aynı olmasa da düşüncenin aynı alanlarına götürür. Belli başlı olanları şunlardır:

1. Felsefe, gerçeğin (realitenin) incelenmesidir, ama gerçekliği zaten farklı bilimlerin ele aldığı yönden değil. Deneysel ve matematiksel olanlardan arta kalan her ne tür soru olursa olsun, felsefenin alanına girer. Bu türden “arta kalan” soruların olduğu konusunda herkes hemfikir değildir, ama böyle olsa da yine de biz onları ele almak zorundayız. En azından (O niçin öldü?) diye başladığımız soru, bu türden bir soru gibi görünmektedir.

2. Felsefe, doğrulama çalışmasıdır. O, ortaya koyduğumuz iddiaları nasıl doğrulayacağımızla ilgilidir. Fiziksel bir dünyanın varlığını nasıl biliyorsunuz? Hepimizin rüyada olmadığını nasıl biliyorsunuz? Yıldızların ötesinde bir Tanrı’nın olduğunu nasıl biliyorsunuz? İyilik ve güzelliğin gerçekten var olduğunu nasıl biliyorsunuz? Zihnin bedenden ayrı olduğunu nasıl biliyorsunuz? Zamanın sonsuz olduğunu nasıl biliyorsunuz?

3. Felsefe, düşüncemizin merkezinde yer alan çeşitli kavramların çözümlemesidir. Örneğin, her gün nedenler üzerinde konuşuruz, ama neden nedir? Sayılar kullanırız, ama sayı nedir? Adaletten söz ederiz ama adalet nedir? Şeyleri güzel olarak tanımlarız, peki güzellik nedir? Zamanda önce ve sonradan söz ederiz, iyi ama zaman nedir? Şeyleri gerçek olarak tanımlarız, tamam da gerçek (realite) nedir?

Felsefe ile ilgili bu son görüşü benimseyenler en çok bir sözcük veya bir deyim ekleyerek Bununla ”Ne kastediyorsun?” gibi sorulara ilgi duyarlar; felsefe bu anlamları çözümler. İkinci görüşe tutunanlar muhtemelen “Nasıl bilirsin?” sorusunu sormayı sürdürürler. Söylediğin şeyin doğru olduğunu nasıl bilirsin? (Ve doğruluk nedir?) Hayvanların bilinçli olduğunu nasıl bilirsin? Eğer Hitler yaşamamış olsaydı II. Dünya Savaşı’nın olmayacağını nasıl bilirsin?

Böyle soruların pek çoğu birbirlerine öncülük eder ki burada daha fazla ayırmaya uğraşmayacağız. Ama belki, çoğu üst üste gelse de biz burada felsefe disiplinlerinin geleneksel bir listesini yapmalıyız:

(1) Mantık: doğru akıl yürütmenin incelenmesi. (2) Epistemoloji: bilgiyi doğrulama, iddialarının incelenmesi (“Nasıl biliyorsun?” sorusuna sürekli cevap bulma girişimi). (3) Metafizik: tarih ve deneysel ile matematiksel bilimler tarafından ele alınan gerçeklikten başka bir gerçekliğin incelenmesi (O insan düşüncelerinin aynı zamanda süreç içinde daha fazlası söylenecek olan töz (cevher), nitelik ve sayıya ayrıldığı kategorilerle ilgilenir). (4) Değer: başta iyi (etik) ve güzel (estetik) olmak üzere değerlerin incelenmesi.

“Ne kastediyorsun?” ve “Nasıl biliyorsun?” soruları, tüm bu disiplinlerin sürekli olarak inceleme alanı içinde bulunacaktır. 

Sözel Sorunlar

Felsefe uyuşmazlıklarla doludur. Ancak güverteyi temizlemek ve işimizi yalınlaştırmak için ilkin, eğer dikkatli değilsek, bize ayak bağı olacak ve gereksiz karışıklığa yol açacak bir anlaşmazlık türünü ele alalım. Bunlar sözel anlaşmazlıklardır. İhtilaf, olgularla ilgili imiş gibi görünse de aslında ifade edildikleri sözcüklerle ilgilidir. İhtilafın giderilmesi, keşfedilen olguların daha fazla incelenmesine değil, aksine itirazda kullanılan sözcüklerin anlamları hakkında bir uzlaşıya varılmasına bağlıdır. Basit bir örnek vereyim: Eğer ormanda bir ağaç devrilirse ve hiç kimse bunu duymazsa, bir ses var mıdır? Bu soru, bir taraftan güçlü bir şekilde “evet” cevabı alırken ve diğer taraftan “hayır” cevabı alarak yıllarca hararetli münakaşaların konusu olmuştur. İddialar şu şekilde gelişmektedir:

A Tabii ki bir ses vardır. Ağacın düşme sesini kaydet. Kayıt cihazı, sen orda yokken sesi kaydedecektir. Ses dalgaları, yoğunlaşmayı ve seyreltiyi değiştirecektir ve etrafta onları işitecek herhangi birisi olup olmamasına bakılmaksızın bu olay meydana gelir.

B Hayır, hiçbir ses yoktur. Eğer orada değilsen, ağacın düştüğünü işitemezsin. “Ses” sözcüğü ses duyumuna göndermede bulunur ve eğer orada kimse yoksa duyumu alabilecek hiç kimse yok demektir. 

 

Bu kesinlikle sözel bir uyuşmazlıktır: sözcüklere ilişkin bir uyuşmazlık. Kullandığımız sözcüklerin anlamı hakkında kuşkumuz yoksa itiraza da yer yoktur.

Pek çok uyuşmazlık, çözümü kolay olan cinsten değildir, ama onlar hala veya en azından öyle görünüyor ki, sözcüklerin anlamları hakkındadır. Burada “aynı” deyimini içeren birkaç durum vardır:

1. Her şey değişir, bununla birlikte değişikliklere rağmen bir şeyi aynı şey diye adlandırırız. Birisi masayı çizerse, o hala aynı masadır. Bir kimse onu kırmızıya boyarsa, biz yine de ona aynı masa deriz. Renk değişmiştir ama masa aynıdır. Eğer birisi onun ayaklarını keser atarsa o artık ayakları olmayan bir masadır, deriz. Ama eğer masayı parçalara ayırıp ateşte yakarsak artık ona hiç masa diyemeyiz. O artık bir masa şeklini taşımaz ve bir masa işlevi görmez. Aynı kimyasal elementler hala çevrededir. Ahşabı oksitlenmiştir ve ondan çıkan duman hala havadadır, ama masa artık yoktur. “Masa” sözcüğü artık onu etiketlemek için kullanılmaz.

2. Şu istasyondaki tren, dün kız kardeşimi Chicago’ya götürenle aynı tren midir?

Birisi çıkıp hayır diyebilir. O, vagonlar şimdi Chicago’dadır ve bu istasyondaki vagonlar farklıdır. Öyleyse o aynı tren olamaz.

Ancak o, onu aynı tren yapan şey değildir. Eğer tren aynı isimle günlük harekât programında yer alıyorsa ve o, her gün yaklaşık olarak aynı harekât programına göre istasyondan ayrılıyorsa onun aynı tren olduğunu söyleriz.

Öyleyse o aynı trendir ve aynı tren değildir, tabii ki aynı anlamda değil. “Aynı tren” deyimi muğlâktır ve uyuşmazlığı çözmenin yolu, muğlaklığa işaret etmekten geçer.

3. “Bu iki saç örneği aynıdır” ifadesi, Douglas Die’nin, O. J. Simpson davasındaki şahitliğini doğruladı.

“Neyi” dedi, avukat F. Lee Bailey, “aynı demekle neyi kastediyorsun?”

“Aralarında kayda değer hiçbir fark olmadığını kastediyorum.”

“O zaman” dedi Bailey, “sen, sözlüğünde “aynı”yı, “bütünüyle benzer” olarak tanımlayan Webster’a ters düşüyorsun.” Bu ikisi tamamıyla benzer değildi, öyle değil mi?”

“Hayır, kesinlikle değil. Aynı olduğunu söylediğimiz saçları ve telleri incelediğimiz zaman eğer aralarında kayda değer hiçbir farklılık yoksa onları aynı sayarız.

4. O şu anda bir iribaş ise geçen hafta gördüğümüz aynı yaratık mıdır? Hayır, şimdi o bir kurbağadır. Ama devamlı var olan fiziksel bir organizmadır. Eğer bir organizma bunun gibi çabucak değişirse artık ona bu sözcüğü (aynı) kullanmayız, ona artık kurbağa deriz. Fakat birçok tür için durum böyle değildir. Bu aynı köpektir, aynı geyiktir, aynı ağaçtır. Onları en son gördüğümüzden beri hepsi değişime uğramış olsa bile dün gördüğümüz gibidirler. Bazı nitelikleri şimdi farklıdır, ama buna rağmen biz aynı şey sözcüğünü (ismini) kullanmaya devam ederiz. 

5. Bill Brown vardır. Eğer farklı bir ailenin üyesi olarak dünyaya gelmiş olsaydı, o aynı kişi olacak mıydı? Ya XIX. Yüzyılda doğmuş olsaydı? Ya şu andakinden on dakika daha erken doğmuş olsaydı?

Bill’in 1900’den önce doğmuş olması mümkündür ve buna yakın görünüyor. Adını yeni değiştirdiğini farz et. Bill Brown yine de var olacak mıydı? Pekâlâ, o artık Bill Brown diye adlandırılmayacaktı, ama hala önceden adlandırıldığı gibi aynı kişi olacaktı. O yine de Bill olacak mıydı? Eğer farklı anne babadan dünyaya gelseydi yani, şimdi “Bill Brown” ismini taşıyan kişi olacak mıydı?

Tabii ki hayır deriz; o zaman o farklı bir kişi olacaktı. Annesi kürtaj yapmış olsaydı, Bill’e sahip olmayacaktı; ona benzer daha sonra başka bir oğlu olmuş olacaktı. Aynı kişi olmak için o spermden ve o yumurtadan gelmek zorunda olacaktı.

Ama eğer iki hafta erken doğmuş olsaydı, aynı Bill Brown olacak mıydı? Olabilirdi. Annesi onu prematüre olarak dünyaya getirmiş olabilirdi. Ancak o hala annesinin doğurduğu Bill olacaktı. Ancak bir yıl daha erken, henüz annesi ona gebe olmadığında, dünyaya gelmiş olsaydı o Bill olmayacaktı.

Bu son durumun sözel bir sorun olduğunu herkes kabul etmeyecektir. Bazısı bunun, benliğin doğası hakkındaki metafiziksel bir sorun olduğunu söyleyecektir. Zihin ve beden gibi bazı kavramları öncelikle açıklığa kavuşturduktan sonra bu meseleye giden kavramları ele alacağız (6. Bölüm). Her ne şekilde olursa olsun, bu konular tümüyle onları tanımlamak için kullanılan sözcüklerle çok yakından bağlantılıdır.

Kapat